Hayattan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hayattan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Nisan 2010 Cumartesi

Sıkıntı vol. 4

Bisikletimle son hız giderken frenlerin olmadığını duvara toslamadan 5 metre önce farkettiğimden beri içimdeki sıkıntı devam ediyor. O zaman 8 yaşımdaydım sanırım. Ailemin benden bi şeyler beklediğini o zaman anladım. Daha dikkatli olmamı istiyorlardı, ama hiç bir zaman uzun süre bir işe konsantre olamadım. Dersler olsun, Futbol olsun. Daha çok kendimi vermemi istiyolardı, ama vermedim.. veremedim (korkmayın kötü çocuk hikayesi anlatmıcam , kötü değilim zaten ben) sıkıntı yani ne olursa olsun "evdekiler yine bişey diyecek"den ziyade, 'off yine kim bilir ne için uğraş göstercem' meselesi tam bir sıkıntı benim için. erkek çocuk olmak kötü bir durum ya aile senden sürekli bir beklenti içinde. Ama bi beklenti içinde olduklarını belli etmeyecek kadar profesyonellerde ayrıca.

Belki de ailem benden bir beklenti içinde değildir de sadece benim kendim için bir beklenti içinde olmamı bekliyorlardır. Çözemesem de ailem rahattır, severim ben aile ve ev ortamını. Büyüdüğümü hissediyorum mesela.. "İş bul" demediler hiç bir zaman. "Kız bul" da demediler. "Mutlaka okuyacaksın" da demediler. Ama iş buldum, sonra çıktım, şimdi tekrar bulmak üzereyim. Kız buldum dicem ama hayvan gibi söylemek istemiyorum, o yüzden 'süper bir ilişkim de var' diyorum. Lise mezunu değildim, açıktan bitirdim, şimdi üniversite sınavlarına hazırlanıyorum. Kendimden olan beklentilerim oysaki bunlar, ama ailemi de mutlu ettiğini hissetmek içimdeki sıkıntıyı da alıyor bazı bazı.

O yüzden içimdeki sıkıntının geçmesi için kendi kafama göre davranmam gerektiğini de öğrendim.

yazımı özlü sözle bitirmek istedim..

"bak evladım, içinde asla kötü bir şey barındırma..." (osuruk)
Levent İnan (Babam)

Sıkıntı vol. 1-2-3 (kardeş bilog www.seviyelipaylasimlar.blogspot.com'dan esinlendim)

7 Şubat 2010 Pazar

I want you!

Çok şey istiyorum ama seni istemiyorum ey okur. sen olduğun yerde kal. İstediğim şeyler hiç bir şekilde hayatıma gelecek vaad etmeyecek türden. Hiç biri de bir şekilde bir işe yarayacak türden de değil ammmma istiyorum. "Ne istiyosun lan?" diye soracak olursanız şimdi açıklayamam. Zaten suskunluğum bundandır canlarım. "Bomba gibi gelcem. Maytap gibi gelcem diyip durdun ama bi numaranı göremedik hala len" diyebilirsiniz pek tabi. "Zaten bu anlamsız yazılarla da sadece vaktimizden çalıyosun" da diyebilirsiniz. Bunun üzerine bende en fazla "sanki bugüne kadar insanlık adına büyük şeyler yaptın da şimdi 2 dakkanı buraya harcadın diye isyan ediyosun bre gubik" derim.

Şimdilik bu kadar. akşam işe gitçem. He bu arada sigarayı bıraktım. 4 gündür pembe bir ciğerle hayatıma devam etmekteyim. Ayrıca Türk vatandaşlığından resmen çıkmış bulunmaktayım. 9 Mayıs'ta YÖS sınavlarına girebilmek için önümüzdeki iki üç hafta içinde kayıtlara başvurcam. Bir de işten çıkışımı istedim. Bu ayın sonunda işten çıkıp önümüzdeki ayın başında kısa bir Avusturya turu yapıp geri döncem. İşte o günleri bekliyorum. Yani kısaca anlayacağınız bu ayda bu blog fossss ama önümüzdeki ay .... ;)

11 Ocak 2010 Pazartesi

Bu tarihi biyere kazımak lazımdı

Bende en değerli sanal arkadadşım, blogumu seçtim...

6 Ekim 2009 Salı

Fark var

Türkçe dergiler -> ambalajlı
Yabancı dergiler -> açık

... sergileniyor bu ülkedeki dergi reyonlarında. Genel durum böyle diyelim biz tabi. Bazen aksi olduğu da oluyor ama genellikle böyle.
Sebebi nedir diye sorgularken mağazada ki dergicimiz Ozan (bazılarına göre yapışık ikizim olurmuş kendileri) cevabını verdi "abi yabancı dergilerin içeriğine bakıyor adam, dolu dolu içerik görüp alıyor. Türkçe dergilerin içeriğinin boş olduğunu anla. Adam vuruyor ambalajı, sadece kapağı satıyor."
sonra düşündüm.. "vay bee" dedim, "Ozan haklı lan galba" dedim, ve an itibariyle dergi çıkarmaya karar verdim.

Benimle ortaklaşa ambalajsız dergi çıkartmak isteyen zengin bir iş adamı arıyorum.
İrtibarat için yorum veya mail atın.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Eurobasket 2009


Nihayet Basketbol Avrupa şampiyonası başladı, şu an hidayet üçlük deniyor ama başarısız atış. Neyse devam anlatayım ben. Dün ilk defa havaya baktım dağları özlediğimi fark ettim. Şimdide 2 metrelik insanları bi çemberden top geçirmeye çalıştıklarını gördükçe basketbol oynadığım günleri de özlediğimi fark ettim. Tey tey zaman çabık geçiyi. 9 ay bitmiş istanbula döndüğümden beri. ve ben hala basket oynamaya gitmedim.
Neyse birazda havam olsun diye şöyle iki fotoğrafımı yükliyim de kast ettiğim dağları ve Halil'le T-Town adını verdiğimiz basket parkını görün. (tabi bastığım smaç'da litvanyanın götüne girsin, basket öle 3lük ata ata oynanmaz. yine 3lük attı şerefsizin çocuuuu)

(arkadaki stad Tivoli stadı. Ayık olun)

6 Eylül 2009 Pazar

Twitterımsı

saat gecenin 3ü. msn'ime başka pc den oturum açılıyor. Şifremi bilen tek bir kişi vardı o da hayatımda yok artık. yoksa var mı?

1 Eylül 2009 Salı

1º settembre

Geçen yıl şöyle bir şey yaptıydım, ama fotoğrafını çekmemişim bıyrın fotoğrafı da burda bu sene:



Aynı espriyi iki kere yapmaktan nefret ederim, ama yapacak bir şey yok, aynı etkinlik 22 yıldır devam ediyorken aynı espriyi 2 kere üst üste yapmam hor görülmesin ey dostlar.

Neyse tekrardan Hakan Şükür'ün doğumgününü bu yılda kutlar. 2. Dünya savaşının başlangıcını ve Dünya barış gününü saygıyla anar açılımlara karşı olduğumu belirtmek isterim.

14 Temmuz 2009 Salı

Those were the days my friend

Geçen hafta Galatasaray kafilesi Hollandaya uçtuğu için bizim mağazaya da uğramıştı. Benim izinli günüme denk geldiğinden kaçırmıştım bu hadiseyi.
Dün sabah Fenerbahçe takımı geldi. Tabiki benim çalıştığım saatte. "ulan" dedim "şansımı sikiyim birader". Şift döndüğüm diğer iki elemandan biri Galatasaray'lı diğeri Beşiktaş'lı olduğundan hiç birimiz hoşnut değildik bu durumdan. "Saat sabahın 6sı ne işiniz var lan bu saatte burda siktirin gidin gece hayatına takılın olum" diyesim geldi.
Aynı esnada Pera Classic's diye bir albüm çalmaktaydı. Bilindik melodileri şarkıları kemanl ve piano ile çalmışlar, sanat işte. Tam bütün takım içeri doluşmuşken bir anda arka planda bir melodi. "those were the days" melodisi. (bilmeyenler için "yarrağımı ye fener" melodisi) Sabah sabah o renklerle karşılaştığım için, o embesillerle karşılaştığım için yaptığım bütün siniri almıştı bir anda o melodi. O besteden şahsen tiksinsem bile o an öyle bir tesadüfün oluşması anlatılmaz yaşanır dedirtecek cinstendi.

Aranızda elbet "hasiktir canım öyle şey mi olur" diyenler çıkacaktır. "oluum iki gözüm önüme aksınki ekmek kuran çarpsın ki" demicem. 40 saate yakındır sırf o olayın verdiği mutluluğu zaten bir ben bilirim. Gerçi hiç bir fenerli futbolcu iplemedi bile o melodiyi duyduklarında, hatta büyük çoğunluğuna sorsam o besteyi hiç duymamışlardır bile ama olsun. Karşımda onlar varken böyle bişey yaşamam benim için güzeldi.
Beşiktaş gelince de inleyen nağmeler şarkısı çalacakmış.

Do not control me

Benim odama koltuk almış annem. 5 dakka önce kapı çaldı annem açtı kapıyı dönüp bana "süpriiiiiz" dedi. Açıkcası koltuk moltuk istemiyordum ama koltuk harikaymış şimdi oturuyorum da, kıçımın ayakları kolları olsa dans eder eminim. Konu gerçi bu değil, konu koltuğu getiren elemlar.
Bu adamlar büyük ihtimal yıllardır bu işi yapıyorlardır, yani her Allahın günü elalemin evine bilimum eşya taşıyorlar. Artık hangi kapıdan nasıl geçeceklerini, hangi eşyayı nasıl taşıyacaklarını, nereye nasıl koyacaklarını çözmüşlerdir kanımca.
Annem gelmiş "şu kapıdan şöyle dönerek mi geçseydiniz acaba" "duvara dikkat köşesi duvara çarpacak gibi oldu" "ay ay bak düşürmeyin" gibi saçma ve gereksiz talimatlar verdi, beni güldürdü ama aynı zamanda gerdi. Adamlar herhalde alışmışlardır. Her gittikleri evde bu sözleri duyuyorlardır.
Yani bu olaydan hepimizin çıkarması gereken şudur ki, profesyonellerin işini profesyonellere bırakın, ama eğer o profesyonel kapıdan içeri girip sadece üşendiği için boklu ayakkabısını çıkarmakta direniyorsa tekme tokat girişin. Acımayın. Vurun ağzına.

24 Haziran 2009 Çarşamba

O Adam

Bir adam geldi dün. Mağaza'nın sakin ve boş olduğu anlardı. Tipi bir hintliyi andırıyordu fakat memleketini soramadım. Uzun süre kitaplara baktı. En sonunda aradığı kitabı bulmanın sevinciyle kitap ile birlikte yanımıza geldi. Kitabın kapağını açıp elinle olmayan bir kalemi tutuyormuş gibi yaptı ve elini sağa sola salladı mutlu bir ifadeyle. Bu yaptığı işaret hemen hemen her millet tarafından yazı yazma işareti olarak benimsendiği halde yine de tam olarak ne demek istediğini anlamadık. "Ne diyon dayı ne yazcan" dedik. "My name, my book" gibisinden bir şey dedi adam. Yönetici "Sen satın aldın mı o kitabı" diye sordu türkçe. Adam anlamadı tabiki, eliyle hala yazı yazma işareti yapıyordu. Sonra köfteyi çakınca birimiz "sen misin o kitabın yazarı" diye sorduk. Adam sanki o an türkçe anladı ve "yes me yes. sign. my book. you sell" dedi. Yönetici "Yoooook big problem big problem" dedi. Adama kendi kitabına imzasını atmasını engelledi. Adam yıkılmıştı, kahrolmuştu. 1 dakika önce kendi kitabını bambaşka bir ülkenin raflarında görmekten duyduğu mutluluktan uçarken 1 dakika sonra boynu bükük kitabını götürdü aldığı yere bıraktı.
Önce acıdım adama. Sonra güldüm. Sonra "ulan bu adama demek hayatında kimse kitap imzalattırmamış. Nasıl bir şey anlamadım Allahıma." diye sorguladım. Sonra bir daha güldüm. Sonra makarasını yaptık akşam saatine kadar.

Bu ne yavrum?

Hayır aynı grubun çalışanlarıyız, aynı adamı olduğundan da çok zengin ediyoruz ikimiz'de. Yıldızlıktan kasiyerliğe düşüş diye yazı yazıyorsun, canımı sıkıyorsun, Kalbimi kırıyorsun hürriyet!
Biz kasiyerler olmasak senin gazeteni kim satacak? sen nasıl para kazanacaksın? Senin ben te klavyeni sikeyim o zaman.

9 Haziran 2009 Salı

Good old days

Çocukluğumdan beri uykuya daldığım anı yakalamak, ertesi gün "tam o anda uykuya daldım" diyebilmek istemişimdir. Fakat her sabah hayal kırıklığıyla ve hep "ulan uykuya dalmamı beklerken uyuya kalmışım" diyerek bir sinirle, bir hiddetle uyanırdım.
Aynı dönemde bilhassa tuvalette ortaya çıkan hayali bir arkadaşım vardı. Adını unuttum şimdi, ama hala ettiğim muhabbetleri hatırlarım.
Artık ne o uykuya dalınan anı yakalama isteğim var, ne de hayali arkadaşım.

Yaşlılık mı? Yoksa psikopatlıktan kurtulmak mı?
Çözemedim ben, ama o günleri özlüyorum...

ilk iki yorum sonrası gelen ekleme:
Yahu arkadaşlar, yapmayın etmeyin. Ne moralim bozuk, ne de başka bişey oldu. İçimdeki çocukta ölmedi. Bunu yazmamın tek nedeni, yazıdan önce uykuya dalıyorken kontrolsüz bir şekilde ayağım koltuğa tepik attı (kontrolsüz güç güç değil diyen pirelli reklamına selam olsun, nasıl tepiklediysem koltuğu, sağ ayak tabanım hala ağrıyor) . O an uyanınca uykuya daldığım anı yakaladığımı fark ettim. Bunu da yazmak istedim o kadar yani.

İnsanlar

Bilmeyenler için tekrar özet geçeyim:
1 ay önce uzun uğraşlar sonucu İstanbul Atatürk Havalimanı dış hatlar gidiş katı gümrüksüz alanındaki D&R Book & Music Store'da işe başladım. O gün bu gündür bir çok farklı milletten bir çok farklı insanla zorunlu muhabbetlerim oldu.

Türkler:
Türk müşterilerimizin 75%i gazete alıyor. Bizim kadar gazete manyağı olan başka millet var mıdır? Sanmıyorum. Geçen haftasonu adamın teki geldi, Cumhuriyet gazetesinin eki niye yok diye ortalığı yaygaraya verdi. ulan gazete mi okuyacaksın yoksa ekindeki bulmaca için mi alıyosun? Doğruyu söyle!
Ayrıca bu Türkler kuyruk oluşturmayı, ve sırada beklemeyi bilmiyorlar. Çok sabırsızlar. 5 müşteriden 1'i "uçağım kaçıyor" diyerek işlemin daha hızlı gerçekleşeceğini sanıyor. İlk günlerimde herkese hoş görünmek için "bi saniye hanfendi hemen alıcam sizi" diyerek sanki normalde çok yavaş çalışıyormuşum da şimdi öyle söyledi diye daha hızlı çalışacakmışım görünümü veriyordum. Bu eşşoğlueşşeklerde heralde inanıyorlar bu şeylere. Günler haftalar geçti, artık "merak etmeyin uçak kaçmaz, uçuş kartınızı almışsınız, pasaport'tan geçmişiniz. geç kalsanız bile 3 kere anons ederler sizi. Ayrıca görmedim sanmayın, uçuş kartınızda boarding time olarak 15:25 yazıyor. Saat daha 15:15" diyerek karşımdakini resmen eziyorum. bunu dedikten sonra sadece 1 kişi "sen nasıl konuşuyosun" şekli yaptı bana, onun haricindekiler "ekieki" diyerek sus pus oldular.


Hintliler:
Nasıl başlasam bilemiyorum. Bu kadar pis ve bu kadar saygısız başka bir millet yoktur herhalde. Ayrıca o ingilizceleri yok mu...
Tam pasaport kontrolünden sonra kocaman meydana oturmuş hintli aileye (sülale olabilitesi yüksek, 15 kişilerdi) rastladım. Uzun süre izledim onları. Hiç utanma arlanma yok.
Ayrıca çok şerefsizler. "bu var mı şu var mı" diyor. İstediği herşeyi getiriyorum. Sonra almaktan vazgeçiyor. Fucking Bastards!


Kıbrıs Türkleri:
Ya KKTC'de yaşayan herkes çok zengin, ya da Kıbrıs'ta D&R'ımsı bir yer yok gelince bokunu çıkarıyorlar. 7 dergi, 9 cd, 3 gazete, 4 kitap. Sonra bi de o garip ve bokuma benzeyen şiveleriyle "kaç paree" diyorlar. Bide dün ortayaşlı kıbrıslı bir kadına denk geldim, bana aynen şunu sordu "kabrıs oçağı hangi kappi" önce anlamadım sonra soruyu genişletti "ben kabrısa gideceyn hangi oçek hangi kappi" tabi bu sorular karşısında ağzım burnum kilitlendi cevap veremedim sadece elimle gideceği yönü gösterdim. 4 poşet ve el çantasını tutup hızlı hızlı yürüyüp uzaklaştı.


Japonlar:
Kendi içlerinde muhabbet ederlerken her an tekme tokat birbirlerine girişeceklermiş hissi verseler bile bana karşı herzaman saygı dolu sevgi dolu oldular bugüne kadar. Hatta geçengün böyle emo gibi punk gibi bir japon uğradı tükkana, hiç öyle bizim punklar gibi emolar gibi konuşmuyordu. öyle hayatla alıp veremediğide yoktu. heralde sırf o tarz giyinmeyi sevdiğinden öyle giyinmişti. Herneyse şöyle başka bir anımı da anlatayım. yaşlı iki capon çift bir gezi rehberi aldılar, kasaya geldiler. Onlardan uçuş kartlarını istedim işlemi gerçekleştirebilmek için. Anlamadılar. İngilizce "boarding card" dedim. Anlamadılar. "Ticket, Bilet" dedim. Hiç anlamadılar. ve ağzımdan çıkan her sözde daha çok korktular karşımda daha çok ezilip büzüldüler. En sonunda aklıma günlerce evvel öğrendiğim "to co ken" geldi. Japonca uçuş kartı anlamına geliyor bu. bunu söyledim, ve o çizgi filmlerinde bir anda gülümseyen karakterler gibi gülümseyip verdiler bana uçuş kartlarını.



continue edecek hocam...

28 Mayıs 2009 Perşembe

Geleceğe mektup

Yaklaşık 1 ay önce bir film izlemiştim. Böyle çok sikko bir konusu var gerçi ama tek bir olay çok ilgimi çekti.
Onu yapmayı planlıyorum bugünlerde. zor bir şey değil. geleceğe mektup yazıyorsun. film de 50 yıl sonraya mektup yazıyordu veletler.
ben de 30-35 yıl sonraya mektup yazacağım. şunu şunu yapmak istiyorum şekli uzun uzun şeyler yazıp 35 yıl sonra açıp okuyacağım, bana nasip olmazsa da eş dost akraba veya sizler açıp okursunuz.
Kendime mektup yazmadan önce nasıl güvenilir bir yere saklayabileceğimi de düşüneyim. Benim verdiğim tarihten önce kimsenin okumaması lazım o mektubu, ben dahil. hmmm...

22 Mayıs 2009 Cuma

D&R Music and Book Store ve Hadise ilişkisi


Hadise yurtdışına çıkarken çalıştığım yere (bkz: başlık) uğrayana kadar ordan kovulmama yemini ediyorum!

7 Mayıs 2009 Perşembe

Aranıyor (bulundu)

Geçen Ağustos ayında (yani baya önce) şu yazımda benim karikatür olarak çizmek isteyen gönüllü (parası neyse vericem dedim ama ciddi değildim) arkadaş aradığımı yazmıştım.

Aylarca sabrettim, bekledim. Ve en sonunda Adsız olarak yorumda bulunan Ercüment
fotoğraflarımı gönderdiğim taktirde çizebileceğini söyledi.


Şimdi Ercüment başkan, thekutup@gmail.com adresine eğer mail atarsan sana bütün fotoğraf albümümü bile ulaştırırım. veya sağ sütun da facebook'a tıklattır. ordan ekle beni facebook kullanıyorsan, ordaki fotoğraflarıma bakıp süpersonik şeyler çizebilirsin.
Hatta bi dergide çalışıyorsan / çalışacaksan beni süperkahraman olarak çizebilirsin.

teeenks

17 Nisan 2009 Cuma

nassın bro?

son 1-2 haftadır kime hal hatır sorsam 'kötü' diyor. Ve bu cevabı verenlerden sadece birini gerçekten haklı buldum, burayı okuyosa o kendisini biliyor zaten. İnşallah Allah yardımcısı olur.
Neyse konu aslında diğerleri.
Ulan sıpalar, ilk bahar geldi. Neyin kötülüğü? yok erkek arkadaşım aldattı, yok sınavlar cortladı, yok tiriviri oldu..... eee? ee yani? WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWHATTHEFUCKWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF WTFWTFWTFWTFWTF

benim de isyan günlerim midir nedir anlamadım ki arkadaş herşeye takıyorum böyle. aslında boş kalmasın diye mal mal şeyler yazıyorum neyse yakında bomba gibi patlarım. BOOOM!!

13 Nisan 2009 Pazartesi

Geçmiş olsun paps


evet fotoğrafların gelmesini bekledim, ondan yaklaşık 5 gün geç yazıyorum bu post'u.

Babam geçen hafta oynanan maçta dizinden sakatlanmıştı, maçtan sonra çekilen EMAR'ında menisküs'ünde yırtık tespit edilmiş. Ameliyat'a aldılar. şöyle hastanedeyken çekilen fotoğraflarından birini koyayım bari. Bu arada imaj değişikliğine gitmiş. Yakışmış.

4 Nisan 2009 Cumartesi

Dikkat Dikkat

Hanımlar, Beyler.. Size iki çift lafım var.. Sakın ola ki hayatınızda birisini aldatayım demeyin, çünkü aldatılmak çok kötü bir şey.
Nasıl ayrılabilirim diye düşünüyorsanız, iki dakika delikanlı olun, hiç bir şey hissetmediğinizi söyleyin ve işi öyle bitirin. Öbür türlü sizi çok çok seven insanın kalbini kıracağınızı unutmayın. Normal şekilde ayrılmak aldatılmaktan kat kat iyi olduğunu da unutmayın. Tüm bu bokları yerseniz bile 6 gün boyunca itibaratı koparıp 6 gün sonunda tekrar ortaya çıkıp sevgilinize "merhaba benim hayatımda artık başkası var" diyip üst üste 2 gol atmayın! Bu düpedüz şerefsizliktir, hainliktir, insanın düşmanına bile yapmaması gereken bir şeydir.
Eğer bir gün sevgilinizi aldatma durumuna gelirseniz bu yazı aklınıza gelsin, yine de beni dinlemezseniz sizi ıslak sopayla kovalarım. Akıllı olun.

1 Nisan 2009 Çarşamba

Ne istiyorsun?

Galiba biri bana beddua etti, o kişinin Allah te belasını versin.

Sevdiceğimden 3 gündür haber alamıyorum, yüreğim yanıyor (bkz: dünkü yazı).
Stada kadar gidiyorum Türkiye - İspanya maçını izlemek için, turnikelere kadar gelip bilet yok diye cop çekiliyor.
Eve gideyim diyorum, otobüs burnumun dibinden kaçıyor, peşinden koşuyorum, ibne şöför kırmızıda bile durmadan devam ediyor.

Hayattan darbe üstüne darbe yiyorum.
Bu yüzden bir süre yazmayabilirim, belki de yazarım, ne bileyim ya moralim çok bozuk. (aha eve geldiğim ve tv yi açtığım an gol attığımız aklıma geldi, galiba şansım dönüyor)


Maçtan sonra gelen edit:
ı ıh, hayat taşşağını geçmeye devam ediyor.......